Interview mit dem türk. Sender Haber 7
Abdurrahim Vural adını Türkiye kamuoyu yakından tanıyor. Özellikle de Almanya’da görülen Deniz Feneri e.V. davasının detaylarına biraz inmeye çalışanların iyi bildiği bir isim. Alman mahkemeleri, Abdurrahim Vural’ın yaptığı itiraflar sonucu harekete geçmişti. Açılan davaların hepsinde “Vural” dilekçelerinin olduğu kamuoyuna açıklanmıştı.
Vural, yıllardan beri Almanya’da yaşıyor ve Alman vatandaşı. Almanya’daki İslam Cemaati’nin yöneticiliğini yaptı. Alman okullarında İslam dini derslerinin okutulması hakkını alan adam olarak bilindi. Bu yönü ile Alman kamuoyu da Abdurrahim Vural adını çok iyi tanıyor.
Bazı nedenlerden dolayı hakkında davalar açıldı ve cezaevine düştü. 15 yıl ceza talebiyle yargılandı, hakkında 100′den fazla dava olduğu hakimler tarafından kendisine açıklandı. Sonunda serbest kaldı ve şimdi bütün yaşadıklarını anlatan bir kitap hazırlıyor.
1990′dan bu yana verdiği mücadeleleri ve yaşadıklarının perde arkasını ilk kez Haber 7 aracılığıyla kamuoyu ile paylaşıyor. Konuyla ilgili gerçekleri sizlere birinci ağızdan sunabilmek için Abdurrahim Vural ile geniş kapsamlı bir röportaj yaptık.
-İsterseniz en başından başlayalım. Uzun yıllar İslam Federasyonu ve İslam Vakfı’nın Genel Müdürü olarak çalıştınız sonra ikisinden birden neden ayrıldınız?
Vural: Evet. Uzun dönem İslam Cemaati’nin yönetim kurulu üyesi ve başkanı olarak aynı zamanda İslam Vakfı ve Federasyonu’nun Genel Müdürü olarak çalıştım, tarihi başarılara imza attım. Tabii ki bu başarılarım herkes tarafından alkışla karşılanmadı. Bilakis durdurmak, önümü kesmek isteyenler çok oldu. Ve bunlar yaklaşık on yıl önce Köln’deki Milli Görüş genel merkezine görevden alınmam için baskı yapmaya başladılar. Onlar da aynı baskıyı Berlin Bölgesi yöneticilerine yapıyorlardı.
- Görevden alınmanızı isteyenler kimdi?
Vural: Almanya Devleti ve Islama karşı duran uluslararası güç odakları.
-Hangi çalışmalarınız onları rahatsız etti?
Vural: İslam Federasyonu’nu Federal Almanya Danıştayı’nda Dini Cemaat olarak resmen tanıttım ve tüm Alman okullarında İslam din dersini devletin kontrolü olmaksızın verebilmesi hakkını 2000 yılında elde ettim. Bu tarihi bir başarıydı. O güne kadar ve halen şuan Almanya’daki hiçbir İslami kurum yada kuruluş bu hakkı alamamıştır. Bu olaydan sonra Almanya’da İslam konuşulmaya başlandı ve Müslümanların da Almanya’nın bir parçası olduğu anlaşıldı. Daha sonra ben İslam Cemaati’nin diğer derneklerden farklı olarak bir “dini kamusal kurum” (Körperscraft des öffentlichen Rechts) olarak 1990′da kazandığı haklarını kullanabilmesi için tüm eyalet mahkemelerinde davalar açtım. Bu davalar büyük yankı uyandırdı. Almanya Devleti tüm bu çalışmalarımdan rahatsız oldu.
-Peki Milli Görüş Genel Merkezinden görevden ayrılmanız istendiğinde nasıl bir tepki verdiniz?
Vural: Benim için İslam Cemaati’nin, üye derneklerinin refah ve geleceği büyük öneme sahip olduğu için aynı zamanda Berlin Bölgesi yönetimindeki arkadaşları zor durumda bırakmak istemediğim için gözümü kırpmadan İslam Vakfı ve Federasyonu Genel Müdürlüğü’nden ayrıldım.
- Peki diğer görevleriniz?
Vural: İslam Cemaati Başkanı olarak diğer görevlerime devam ettim. Ama bir süre sonra resmi görevlerimden istifa etmiş olmam yeterli görülmedi. Bu sefer diğer görevlerimi de bırakmam için baskı yapmaya başladılar. Bunun üzerine İslam Vakfı ve Federasyonu adına imza yetkimi dahi kullanmamaya başladım. Benim için önemli olan koltuk ya da makam değil Cemaatin işlerinin yürümesiydi.
Ama tüm bunlara rağmen bir sure sonra benim diğer görevlerimi de bırakmamı, İslam Cemaati ve üye dernekleriyle olan her türlü resmi ilişkimizin ve uzun yıllara dayanan gönül bağımızın kopmasını istediler. Bunu ne İslam Cemaati’ndeki arkadaşlar ne de ben istiyordum. İslam Cemaati içindeki bana olan desteği fark edince bu sefer daha da ileri giderek İslam Cemaati’ni kapatmakla tehdit ettiler.
- Bu baskıların kapatmaya kadar varmasının sebebi biraz önce açıkladığınız İslam Cemaati’nin dini kamusal kurum olarak kazandığı hakları eyaletlerde tanıtma girişiminiz miydi?
Vural: Evet, en büyük sebebi buydu. İslam Cemaati’nin bir dini kurum olarak tanınması demek kiliselerle eşit hakları olduğunun kabul edilmesi demek. İslam Cemaatine bir dini kamusal kurum olarak verilmiş haklarını uygulatmamak için Milli Görüş’ü �Siz İslam Cemaati’ni kapatmazsanız o zaman biz sizi kapatırız” diye tehdit ettiler.
İSLAM CEMAATİ, KİLİSELERLE AYNI STATÜYE GELDİ
- Almanya’da kiliseler çok farklı bir konuma sahip. Siz İslam Cemaati’nin kiliselerle aynı haklara sahip olduğunu söylüyorsunuz. Peki bunun için bir dayanağınız var mı?
Vural: Evet. İslam Cemaati’nin kiliseler gibi dini kamusal kurum olma hakkını kazanması Doğu ve Batı Almanya’nın birleşmesi dönemine yani 1990’a dayanıyor. Doğu Almanya yönetimi ile iyi ilişkiler içinde olan Filistinli bir işadamı yaklaşık 100 kişi ile bir araya gelip İslam Cemaati’ni kuruyor. Bu cemaatin yapısını da Batı Almanya ile birleşmeden önce Doğu Alman Devleti nezdinde – kiliselerle aynı statü ve yetkiye sahip- bir dini kamusal kurum olarak akredite ediyor, yani tanıtıyor. Bu hak tanımı tanınmaz da 40 milyon DM yardım alıyor.
- Peki ya birleşmeden sonraki durum?
Vural: Birleşmeden sonra bizim arkadaşlarımız İslam Cemaati’nin yönetimine geçiyorlar. Bir süre sonra da ben bin bir rica ve oy birliği ile başkanlığına getiriliyorum. Almanya’nın birleşmesinden sonra İslam Cemaati’nin bu hakkı hiç gündeme getirilmemiş. Ben göreve başladıktan hemen sonra o zamanki Doğu Almanya Başbakanı Lothar de Maiziere ve çok önemli Anayasa hukukçuları ile görüşmeler yaptım. İslam Cemaati’nin Doğu Almanya içinde elde ettiği dini kurum statüsünün, birleşmeden sonra Federal Almanya için de geçerli olup olmadığı konusunda araştırmalar yaptım. Sonunda Doğu Almanya Hükümeti’nin yapmış olduğu bu anlaşmanın birleşmeden sonra da geçerli olduğu ve tüm Almanya Eyaletlerim bağladığı sonucu ortaya çıktı. Bilirkişi raporları hazırlandı ve davalar açıldı
Bu hükme dayanarak, dini kamusal kurum statüsündeki İslam Cemaati’nin eyalet yönetimlerinin her biriyle devlet anlaşmaları yapmalarını talep ettim. Kısacası yapılar: anlaşmaya dayalı olarak devletin kiliselere sağladığı imkanlar, İslam Cemaatlerine de sağlanması yani zamanında verilen hakkı şimdi uygulamaları için mücadele ediyordum.
Bu Almanya Devleti için milyon değil milyarları Müslümanlar için vermesi anlamına geliyordu. Kiliseler Almanya’da üyelerinden toplamış olduğu vergiler ile ancak papazların maaşlarının yüzde 70’ini verebiliyorlar. Diğer hizmetlerinin hepsi , örneğin üniversiteleri, hastaneleri, okulları, çocuk yuvaları vs., devlet tarafından finanse ediliyor.
‘VURAL BU İŞİ BAŞARIR’ DEDİLER AMA ALMANYA HAZIR DEĞİL
- Bu girişimleriniz sonucunda nasıl tepkiler aldınız?
Vural: Bu girişimlerim o zamanki basında geniş yer buldu. Bir çok gazete özellikle Almanya’nın önde gelen en ciddi gazetelerinden Tagesspiegel “Bu adamı daha önce Berlin Eyaleti ciddiye almamıştı”, “Sonunda Berlin Eyaleti Almanya’nın en ünlü hukuk profesörünü avukat olarak tuttu bu adamı durduramadı”, “Okullarda İslam din dersi hakkını alan Vural, İslam Cemaati’nin kiliseler ile eşit hale getirir” gibi manşetler yaptılar.
Bu manşetlerin yanı sıra “Vural bu işi başarır ama Almanya milyarlarca kaynak aktarmaya hazır değil” gibi uyanlar da yer alıyordu. Basında tüm bu haberler çıkarken dostlarım beni fazla dikkat çektiğim ve çok ileri gitmemem konusunda uyardılar. Ama ben o zaman Almanya’nın hukuk devleti olduğuna inanıyordum ve mücadeleme son gücümle devam ettim.
Berlin Bölgesi’ndeki arkadaşlara kapatma tehditlerinin yapıldığı dönem işte tam bu dönem. Ben o zaman da davamdan vazgeçmedim. Çekinen arkadaşlara da “Siz onurunuzla dik durun. Madem Allah rızası için bir şeyler yapmaya çalışıyoruz, duruşumuzu bozmayalım. Bakın ben bu yolda resmi görevlerimden bile ayrıldım İslam Cemaati’nin kazandığı bu hakkı şimdi almazsak önümüzdeki bir 50 yıl daha alamayız” dedim.
Bu kararlılığım yüzünden Milli Görüş Genel Merkezine oradan da Berlin Bölgesine yapılan İslam Cemaati’ni kapatma kullanbaskıları daha da büyüdü. Ben ise sadece ‘Kapattırmayacağım” dedim. Benim kapatmaya karşı durmam üzerine Milli Görüş Berlin Bölgesi yönetimindeki arkadaşları görevden alacaklarını söylediler. Bu sefer aynı amaçlar için yıllarca birlikte mücadele verdiğim arkadaşlarım kendi koltuklarını kaybedecekleri tehdidi karşısında kapatma kararına karşı duramayacaklarını söylediler ve koltuklarını onurlarına tercih ettiler. Bunun üzerine ben sadece “Demek siz 20-25 seneden beri benimle oyun oynadınız. Allah, peygamber, hizmet kavramlarını milleti kandırmak için kullanıyordunuz. Koltuk sizler için daha önemliymiş. Ben İslam Cemaati’ni kapattırmıyorum. Gücünüz yeterse kapatın’ dedim.
Artık İslam Cemaati çalışmalarını durdurmak o da olmazsa kapatmak beni güçsüz kılabilmekten geçiyordu. Bunun içinde 25 yıllık arkadaşlarım koltuklarından olma korkusuyla karşı tarafla işbirliğine girip en büyük şeytanin yapamayacağı bin bir iftira ve senaryo yazarak bana karşı suç duyurusunda bulundular. Artık karşı kulvarlardaydık. Beni yollarından çekebilmeleri için benim mutlaka onlar açısından tutuklanmam gerekiyordu. Çünkü Genel Merkezdeki din tüccarlarının neler yaptıklarını benden başka bilen yoktu. Örneğin cemaat den toplanan zekat, fitre, bağış vs. paraların nereye gittiğini ben çok iyi biliyordum.
BENİ ARKADAŞLARIM TUTUKLATTILAR
- Olaylar tutuklanmanıza kadar vardığına göre arkalarında büyük bir destek olmalı?
Vural: Tabii ki. Tutuklanma kararımın çıkması için önce savcılığa gidiliyor. Savcı �Bu olay beni aşar” deyince bu sefer Başsavcılığa gidiliyor. Oda kendisinin bir şey yapamayacağını belirtiyor ve olayı Eyalet Yargıtay Başsavcısına havale ediyor. Eyalet Yargıtay Başsavcısı olayı Berlin Adalet Senatörlüğüne rapor ediyor.
Bunun üzerine İçişleri Senatörü, Adalet Senatörü ve Federal İstihbarat Teşkilatı bir araya geliyor. Ne yapabileceklerini konuşuyorlar. Bu görüşmelerin sonucunda beni içeri almaları halinde politikacıların savcıların ve hakimlerin arkasında durulup durmayacakları soruluyor. Bu kurumlar, her türlü politik desteğin savcılara ve hakimlere verileceği sözünü veriyorlar.
Bu politika-hukuk işbirliği görüşmelerinde anlaşma sağlandıktan sonra, koltukları uğruna onurlarını beş kuruşa satan 20 yıllık arkadaşlarımın benim hakkımda yazmış oldukları yüz türlü iftiralar içeren suç duyurulan gerekçe gösterilerek, tutuklandım. Bu görüşme tutanakları şuan elimde mevcut.
- Sizi içeri alarak yollarından çekmeye çalıştıklarını söylediniz. Bunun başka yolu yok muydu? Neden illa içeri alma yolu seçildi?
Vural: Ben Berlin Cemaati içerisinde hem başarılarımdan dolayı hem de onların içlerinde büyüdüğüm ve İslam Cemaati ve dernekler için büyük emekler verdiğim için çok sevilirim. Bu yüzden resmi görevlerimi bırakmış olmama rağmen Cemaatteki statümde hiç bir değişiklik olmadı. Beni yollarından çekebilmek, çalışmalarımı engelleyebilmek ve bunu yaparken de arkamdaki desteği yok edebilmek için içeri aldılar. Ancak yapılan karalamalarla içeri alındığımda toplumdan soyutlanmış . Cemaat içindeki itibarım yok olmuş olacaktı. Benim tüm yetkilerimi, arkamda ki desteği ve de itibarımı yok ederek yollarından çekmek temel amaçtı.
BENİ HESABIMA PARA GEÇİRMEKLE SUÇLADILAR
- Yıllarca birlikte çalıştığınız arkadaşlarınızın hakkınızda suç duyurusunda bulunduklarını söylediniz. Ne gibi suç duyurularıydı bunlar?
Vural: “Vural, İslam Vakfı’nın 1 milyon 800 bin Avro parasını kendi hesabına aktarmış” dediler. İslam Vakfı olarak bir takım projeler yapmıştık. Vakfın kapanması gündeme geldiğinde hesapları bloke edilmişti. Devletten bir süre önce onaydan geçen projeler için alınan 1 milyon 800 bin Avro proje çalışmalarının aksamaması için vakıf yönetiminin kararıyla özellikle altını çiziyorum, vakıf yönetiminin kararıyla benim adıma yed-i emin bir hesaba aktarılmıştı. Projeler ilerledikçe ödemeleri buradan yapılıyordu.
-Ne tür bir projelerdi bunlar?
Vural: İslam Vakfı olarak entegrasyon kapsamında, kadınları,yaşlıları, gençleri, öğrencileri içeren sayıları yirmiye varan projeydi. Bu projelerde işte beni karalamak isteyen bu arkadaşlar çalışıyordu. Yani onların rızkını ben emek harcadığım projelerle veriyordum. Milli Görüşün Başkanı benim projede 6.500.00 Avro’ya çalıştırdığım bir memurumdu. Ve bu adam benim hakkımda koltuğundan olmamak için suç duyurusunda bulunuyor. Yani benim rızkını verdiğim adam bana karşı suç duyurusunda bulunuyor. Bunun insanlıkla bağdaşacak bir hali yok.
- Suç duyurusundan ne kadar zaman sonra tutuklandınız?
Vural: 16 Kasım 2006’da suç duyurusunda bulunulmuş. 8 Mart 2007′de ise tutuklandım. Bu süre içinde yukarıda bahsettiğim hukukçularla politikacıların, beni yollarından çekebilmek için işbirliği görüşmeleri gerçekleşiyor. Almanya hukukuna göre gözaltına alınma sadece kaçma ve delilleri yok etme tehlikesinin olduğu durumlarda yapılabilir. Benim kamuoyunda tanınan bir isim olmam. Alman vatandaşı olmam, bir ailem olmasına ve iş yerim belli olmasına rağmen, yani kaçma tehlikemin olmadığı bilinmesine rağmen tutuklandım.
Dışarıdan benim yanımda çalıştırdığım memur avukatlardan ve benim çok yakın akrabam ve köylüm olan üniversiteye benim aldırdığım, yetiştirdiğim ve burs verdiğim bir avukattan yüksek para karşılığı “Vural, bize hapse girmekten korktuğunu ve bundan dolayı kaçacağını söyledi”. Ayrıca “Derneklerin tüm dosyalan onda, bizde hiçbir belge yok.” “Eğer tutuklu kalmazsa tüm belgeleri imha edecek ve kaçacak” şeklinde yeminli beyannameler alıyorlar. Yani zerre kadar Allah korkusu ve inançları yok.
Gayeleri benim itibarımı kamuoyunda yok ederek güvenirliğimi zedelemek ve kendi pisliklerinin ortaya çıkmasını önlemek. Yani bunun için bu insanlar her şeyi mübah sayıyorlar. Hazırlatılmış bu yalan söylemler mahkemede benim tutuklanmam ve içeride tutulmam için gerekçe olarak kullanıldı. Ama ben bu kişilerle bir bir yüzleşip ne gizli planlar döndüğünü teker teker öğrendim.
Şimdi arkamdan vuran bu kişiler artık her şeyin gün yüzüne çıktığını görünce noter huzurunda bana iftira attıklarını kabul eden imzaları paşa paşa verdiler. Başka çareleri yoktu çünkü adaleti yanıltmışlardı.
İNANILMAZ AMA HAKİM DAVADAN KENDİ ÇEKİLDİ
Tutukluluk halinden sonra kanuna göre 24 saat içerisinde hakim karşısına çıkarılmak zorundasınız. Hakim karşısına çıkarıldığımda 50 bin Avroluk kefalet karşılığı serbest bırakılmamı teklif ettik. Hakim benim kefaletle serbest bırakılma talebimi reddetti. Bunun üzerine beni cezaevine gönderdiler.
Tutuklanma talebine iki hafta içinde itiraz etme hakkınız var. Bu talepte bulunduğunuzda tutuklanma kararınızın yeniden gözden geçirilmesi gerek. 16 gün sonra duruşmaya çıktık ve hakim benim onun hakkında yaptığım girişimleri sıralamaya başladı. “Vural benim hakkımda şu tarihte suç duyurusunda bulundu, falan tarihte benim hakkımda bu ithamda bulundu, şu tarihte beni hukuku çiğnemekle itham etti. Ben bu davada tarafsız olacağıma inanmıyorum” diyerek davadan çekildi.
Şunu da açıkça belirtmek isterim ki davalı kişi hakimin davadan çekilmesini talep edebilir ama hakimin tarafsız olamayacağı gerekçesiyle kendini çekmesi yani kendi kendini red etmesi olağan bir olay değildir, hatta görülmeyen olaydır. 17 avukatım meslek bayatlarında böyle bir şey görmediklerini söylediler, ki bunlar Almanya’nın önde gelen sayılı avukatları idi.
Kaldı ki bu üst mahkemedeki üst kurul hakimleri hakimin davadan çekilme gerekçesini “Hakimle Vural arasında geçmişte vuku bulmuş düşmanca ilişkiler ve Vural ve hakimin bugüne kadarki birbirlerine karşı yapmış oldukları suçlamalar nedeniyle çekilme kararı uygundur” diyerek onayladılar.
Düşünsenize, tutuklanma kararımı veren hakim ikinci haftanın tam son günü tarafsız kalamayacağını söyleyip davadan çekiliyor. İki hafta içerisinde değil de tam son gün bunu yaparak bir sonraki davaya kadar bana dört hafta kaybettirmiş oluyor. Şu konuya dikkatinizi çekiyorum; bu hakim beni 10 yıldır tanıyor ve ilişkilerimiz gerçekten düşmanlık seviyesine ulaşıyor. Ama bu hakim tutuklama kararını verirken davadan çekilmiyor, önce beni içeri aldırıyor ve sonra 24 saat içinde karşısına çıkıyorum beni serbest bırakmıyor, orada da davadan çekilmiyor. Ama 16 gün sonra duruşmada davadan çekiliyor.
ALMANYA’NIN HUKUK DEVLETİNDEN MUZ CUMHURİYETİNE GEÇTİ
Bu açıkça Almanya’nın hukuk devleti değil, bir muz cumhuriyeti haline geldiğini gösteriyor. Avukatlarım hakime açıkça sözlü saldırdılar “Madem tarafsız değilsiniz neden tutuklama kararı verirken davadan çekilmediniz?” diye sorunca, hakim “Susma hakkımı kullanmak istiyorum, çünkü bu soruyu cevaplar isem suçlu duruma düşebilirim” dedi.
-Sonra nelor oldu?
Vural: Yeni hakimin gelmesi 4 hafta gibi uzun zaman aldı. Tutuklanmamın 6. haftasında yeni hakim suçsuz olduğumu, iddiaların tamamen deli saçması olduğunu ve kaçma tehlikemin masal olduğunu belirtti ve serbest yargılanmama karar verdi. Bu arada bu hakim savcıları açıkça hukuku çiğnemekle suçladı. Öyle suçladı ki savcılar duruşma bitmeden hakimin ağır hakaretlerini dinlememek için duruşmayı terk ettiler. Haftada bir gün poliste imza atmam şartıyla 25 Nisan 2007 Çarşamba günü serbest bırakıldım. Bu hukuki mecburi bir prosedürdür. 27 Nisan Cuma günü saat 18.00 de ilk defa imza için polise gittiğimde oracıkta etrafımı polisler çevirdi ve beni yeniden tutukladılar.
AKŞAMDAN SABAHA DEĞİŞEN MAHKEME KARARI
- Çarşamba günü serbest bırakıldınız ve Cuma günü yeniden tutuklandınız. Çarşambadan cumaya ne değişti, neden yeniden tutuklandınız?
Vural: Salınma kararımı savcılar hemen Adalet Senatörüne rapor ediyorlar. Bu arada kapalı kapılar arkasında toplantılar yapılıyor ve bu adam şimdi bizi rezil eder deyip ne yapıp edip yeniden tutuklanma karan çıkartıyorlar. Düşünün avukatlarıma dahi hiçbir şey bildirilmeden yani bizim savunmamız alınmadan iki gün içinde mahkeme toplanıyor. Savcının salıverme kararına yazdığı saçma gerekçe dosyalar dahi görülmeden mahkeme tarafından onaylanıyor ve yeniden tutuklanmam için karar veriliyor. Yani üst mahkemedeki hakimler dosyaları incelemeden savcının itirazını bir cümle gerekçe yazarak kabul ediyorlar. Çünkü dosyalar o tarihte tahkikat devam ettiğinden dolayı poliste bulunuyordu. O yüzden ertesi gün ne olduğunu anlayamadan tekrar tutuklandım.
Avukatlarımın başı Almanya’nın en ünlü avukatlarından Nicolas Becker idi. Becker dışındaki diğer avukatlar, “Kaçma tehlikesi yoktur, ailesi burada, işyeri burada, kamuoyuna mal olmuş insan” diye benim serbest bırakılabilmem için savunmalar yazarlarken avukatım Becker bunlara kızıyor, “Böyle saçma sapan şeyler yapmayın. Bu adam kaçma tehlikesi olduğu için içeride tutulmuyor, bunu halen anlamadınız mı? Toplumdan soyutlanması için politik sebeplerden dolayı tutuluyor” diyor. Öteki avukatlar bu açıklama üzerine durumu anlıyorlar. Çünkü onlar da benim gibi o zamana kadar Almanya’nın hukuk devleti olduğuna inanıyorlardı.
HAKİM: SENİ SERBEST BIRAKMAK İSTERİM AMA�
Tutuklanmamın ertesi günü yani Cumartesi hafta sonu olduğu için nöbetçi mahkemede hakim karşısına çıkacaktım. Ben. avukatlara duruşma hakiminin kim olduğunu sordum. Hakimin beni iki gün önce serbest bırakan hakim olduğumu söylediler. Ben bunu duyunca tekrar serbest bırakılacağımı düşünerek çok sevindim. Avukatlarım hakime neden tekrar tutuklandığımı sorduklarında “büyük bir adilik, kahpelik” (schvveinerei) dediğini söylediler. Bu ” Schvveinorei” kelimesi Almanlar için çok büyük küfürdür.
Dava sorunda hakim “Ben gerçekten sizi yeniden serbest bırakmak isterdim, ama görünen o ki bunu yapamayacağım” dedi, ve avukatım Becker’e “Sayın Becker, gidin kefalet bedelini yükseltin ve bu adamı çıkartın” dedi. Ben tekrar cezaevine gönderildim.
Becker temaslarından sonra hafta başında yanıma geldi ve “Maalesef çıkman mümkün görünmüyor. Hakimlerle de savcılarla da görüştüm. Hepsi kukla durumundalar. Olay büyük yerden kaynaklanıyor” dedi. Hakimin “Siziı serbest bırakmak isterdim ama görünen o ki bunu yapamayacağım” cümlesi de bu durumu çok iyi anlatıyordu.
- Peki ya sonra
Vural: Tekrar içeri alınmamdan kısa süre sonra hakim ve savcılar avukatlarıma “Bu dava dışında, 100 ayrı dava daha var” diyorlar.
-100 dava mı dediniz?
Vural: Evet. yanlış duymadınız bana karşı açılmış 100 dava daha olduğunu söylediler. İlk önce ciddiye almamıştım. Avukatların her birini bunun doğru olup olmadığını öğrenmeleri için gönderdim. Hepsi ayrı ayrı savcı ve hakimlerle konuşup “Doğru” dediler. Ben de sonunda buna inandım. Bunu söyleyerek neyi amaçladıklarını ben ve avukatlarım çok sonra anladık.
Kısa süre sonra savcılar ve hakimler avukatıma, olmayan suçumu itiraf edersem 100 davanın 100′ünün de kapanacağını, 3 sene 6 ay hapis cezası alarak kurtulabileceğimi. 100 davanın görülmesini beklememiz halinde 15 sene hapis cezası ile yargılanabileceğimi söylediler.
İTİRAFÇI OLMAYA KARAR VERDİM
Buraya suçsuz yere ağır ithamlarla sokulmuştum. Hayatımda gördüğüm en büyük yıkım buydu benim için. Buradan çıkmak için o an gözüm hiçbir şeyi görmüyordu. Bu itiraf dahi olsa! Dışarıdan kendimi aklayabileceğim düşüncesiyle itirafname vermeye karar verdim. 100 davanın kapanacağını söylemeleri itirafname vermemi sağlayan en önemli nedendi.
Avukatlarıma ”Suçluyum diyeceğim dedim. Gerekirse ‘seri katilim’ diyeceğim. Yeter ki bu cehennemden dışarıya çıkabileyim” dedim. 17 avukatın hepsi birden bana “Kendini yakma bu itirafla her şeyi kabul ediyorsun. Bunun dönüşü yok” dediler. Ben de benim haklı olduğumu bunu dışarıda, kanıtlayacağımı söyledim. Bunun için olmayan suçlarımı itiraf edecek ve dışarıya çıkınca bu itirafnameyi bozacaktım.
Bunun üzerine 16 avukatım duruşmadan taktiksel olarak geri çekildiler Benim itirafnameyi dışarıda baskı altında verdiğimden dolayı bozma fikrini avukatlar çok beğenmişti. Biz Avukatlar olarak bu itirafnameyi bozacağımızdan dolayı “Sen bu duruşmaya bir avukat ile gir” dediler. Sonradan hakimlere karşı mahkemeyi avukat olarak kandırmışız intibası bırakmasın dediler. 16 avukat birden bire duruşmadan uçtular ve ben bayan avukatım Sabine Schrap ile başbaşa kaldım.
-Ve itirafname verince dışarı salındınız.
Vural: Maalesef o kadar kolay olmadı. Hakimler “Biz çıkmasını istemiyoruz” dediler. Gerekçe olarak da, “Burada vermiş olduğu itirafnameyi dışarıya çıktıktan sonra bozabilir” dediler. Ben o anda hakimlerin biran beynimi okuduklarını düşündüm. Avukatım Sabine Schrap çılgına döndü ve hakimlere “Siz hukuku çiğniyorsunuz. Benim müvekkilimi burada kaçma tehlikesi var diyerek tutuyorsunuz ve şimdi itirafnameyi dışarıda bozar diyorsunuz. Siz kendiniz açıkça itiraf ediyorsunuz ki, kaçma tehlikesi yok, aksi halde itirafnameyi bozabilmesi için burada kalması lazım” dedi.
AVUKATLARIMDAN BİRİ BENİ İHBAR ETTİ
Hakimler sadece kukla gibi duruyordu. Sonradan öğrendik ki, hakimler benim beynimi falan okumamışlar, benim 16 avukattan bir tanesi “Vural itirafı dışarı çıkmak için verecek ve dışarı çıkınca bozacak” diye cep telefonundan başkan hakime telefon açmış. Bu yüzden bu davada suçumu kabul ediyorum dememe rağmen mahkeme heyeti, dışarı çıktıktan sonra itirafımı bozabileceğim gerekçesiyle, olayı ana duruşmaya şevketti. Bu sefer de ana duruşmayı bekleyecektim.
Bu arada ben içerideyken zengin Müslüman işadamlarından ve çeşitli İslam kuruluşlarından bana maddi destek sağlayabileceklerine dair teklifler geldi. Bundan yola çıkarak ilk önce 50 bin Avro, daha sonra 100 bin Avro kefalet teklif ettik. Reddedilince dışarıdan desteklerde otomatikman büyüyordu. Daha sonra 4 milyon ve oda reddedilince tam 50 milyon Avro kefalet teklif ettik. Maalesef ne yaptığım itiraf ile ne de milyonlarca kefalet karşılığında beni dışarı salıyorlardı. Tüm çıkış yollarımı gerekçesiz birer red ile kapatıyorlardı.
- Bu arada hakkınızdaki soruşturmalar devam ediyordu değil mi?
Vural: Tabii. En başta İslam Vakfı’nın projelere ait 1 milyon 800 bin Avro’nun kendi özel hesabıma geçirip geçirmediğim hakkında araştırmalar yapıldı. Sonuçta söz konusu paranın 190 bin Avroluk kısmı hariç tamamının amaç doğrultusunda kullanıldığı tespit edildi. Sadece 190 bin Avroluk kısmı kullanılmamıştı Bu paranın da İslam Vakfı’nın reddedilen bir projesi dolayısıyla uğradığı zarara karşılık geri ödenmediği ortaya çıkarıldı, ödemeyenler ise koltukları uğruna beni yalanlarıyla suçlayanlardı.
- İtirafınızın reddedilmesinde kalmıştık.
Vural: 8 duruşma yaptık ve bu duruşmalarda biraz önce bahsettiğim 190 bin Avroluk açık konusu ele alındı. Bu rakam ile ilgili her nokta için ayrı ayrı itirafname imzalattırdılar, toplu bir itirafı kabul etmediler “Aldatma dolandırma amacı ile işe giriştin mi” gibi maddeler vardı hepsine Evet” demeliydim. “Bu formu doldurturken aldatma niyetin var mıydı?” “Evet” vardı gibi. 8 duruşma boyunca her konuda bana tek tek itiraflar imzalattılar. 9. duruşmaya itirafı desteklemeleri için iki şahit davet ettiler. Yapılan anlaşmaya göre, 10′uncu duruşmada serbest bırakılacaktım
Şahit olarak Berlin Eyaletinden bana düşman iki kişiyi seçtiler. Bu şahitler sanki rüşvet vermişim gibi hakkımda öyle olumlu ve birbiriyle tutarlı konuştular ki beni yüzde bes yüz akladılar. Mahkeme şahitleri ne kadar benim aleyhime konuşturmaya çalıştılarsa da şahitler tam aksini, benim yaptığım işlerin tümünün kanunlara uygun ve hukuki hakkım olduğunu söylediler. Bu ifadeleriyle şahitler mahkeme heyetini çılgına çevirdiler.
MAHKEME HEYETİNİN İTİRAFÇI OLMAM İÇİN UYDURDUKLARI YALAN
Avukatlarımda bana, “Sen bize (bu şahitler benim düşmanım) dedin, adamlar seni tamamen akladılar, acaba dost olduğun şahitler gelseydi ne olurdu” dediler. Mahkeme heyeti daha sonra avukatlarıma, “Şahitler itirafnamenin için doldurmadığı için ceza veremeyiz onun için geri kalan 48 şahidi dinleyeceğiz” dediler. Ben 48 şahidin dinlenmesi ne kadar sürer dedim. Odalarına çekildiler ve “6 ay sürer” dediler. Ben “6 ay daha burada mı kalacağım?” dedim, “Evet” dediler. Avukatlarıma “Ne olur bu olaya bir çare bulun” dedim.
Avukatım Becker bir yazı hazırladı, bu yazıda şahitleri yalancı şahitlikle suçladık ve mahkemeye yazılı bir itirafname verdik. Mahkeme bunu kabul etti. Yani gerçekleri söyleyen şahitleri yalancı şahitlik yapmakla suçladık. Bu şartlarda bile olsa ben çıkacağım için çok sevinmiştim. Çünkü dışarıda yine hakkımı arayabilecektim Mahkemede bana son sözüm sorulunca, ben “itiraf ortada cezam belli her şey bitti” gibi düşünceler kafandayken “İddianameye göre suçsuzum” dedim ve duruşma bitti.
Yapılan sözlü anlaşmaya göre 21 Aralık 2007′de çıkacaktım 20 Aralık’ta avukatım Becker hapishaneye geldi ve mahkeme başkanının kendisini aradığını “İddianameye göre suçsuzum” sözünün hakimlerinin görüşüne göre itirafımı geçersiz kıldığımı söyledi. Bana, “Bu ifadeyi ya değiştireceğiz, ya da yarın çıkamıyorsun” dedi. Bunun üzerine son sözümü yeniden değiştirdim, önceki sözümde ironi yaptığımı ve ciddi olarak söylemediğimi belirttim ve “Suçluyum” dedim.
Mahkeme günü itirafımdan sonra Becker, bana karşı açılmış olduğu söylenen 100 davanın kapatıldığının teker teker protokole yazılmasını istedi. Bu benim için biraz önce dediğim gibi çok önemliydi. İtirafı bu 100 davanın kapanacağını söyledikleri için yapmıştım. Savcı davaların dosya numaralarını raportöre yazdırmaya başladı. Bir…, iki. . uç., dört . dedi ve durdu. “Devam” dedik, “başka yok” dedi. Avukatlarım ve ben çılgına döndük. “Nasıl olur 100 dava vardı, hani anlaşmaya göre yüz davanın yüzü de kapatılacaktı” diye hesap sorarken, Savcı “Ben başka dava bilmiyorum” dedi.
Avukatlarım Başsavcıya çıkıp sicilimi çıkarttılar ve benim hakkımda seneler önce zaman aşımına uğramış 4 tahkikat davası olduğu çıkarttılar. Suçlandığım 4 tahkikat da zaman aşımına uğramış hakimlere hakaret davalarıydı. Böyle durumlarda kişi suçlu olsa bile en fazla 1.000. 00 Avro para cezası alır. Yani bana karşı sadece 4 tahkikat varmış. Adıma açılan 100 tahkikat olduğu ise bizzat hakim ve savcıların ağzından çıkan beni itirafnameye zorlayan büyük yalanlardan başka bir şey değilmiş. O an ki sinirimi, öfkemi ve hayal kırıklığımı size anlatamam Kendimden geçmiştim bağırıp çağırıyordum. Beni büyük bir oyuna getirmişlerdi. Onlar da benim ancak olduğu söylenen 100 dava ile itirafı kabul edeceğimi biliyorlardı.
Sadece dört tane hem de zaman aşımına uğramış tahkikat olduğunu bilseydim itirafname vermeme gerek kalmadan kısa zamanda suçsuzluğumu ispatlayarak, anlımın akıyla dışarıya çıkabilirdim. Bunu onlar da çok iyi biliyorlardı. Ama onlar benim bin bir suçu kabul ederek dışarı çıkmamı istediler. Çünkü yalnızca bu şekilde beni İslam Cemaati içinde ve dışında hiçbir inanırlığı, güvenilirliği kalmamış, onuru gururu ayaklar altına düşmüş birisi olarak toplumdan soyutlayabilirlerdi. Beni ancak bu şekilde yollarından çekebilirlerdi!
HAKİM BENİ ÜÇTE İKİ İLE TEHDİT ETTİ
-Tahliye sonrasında bir gelişme yaşandı mı?
Vural: Hakim duruşmadan sonra geldi, “Şimdi sen dışarı çıktın. Sen dışarı çıktıktan sonra itirafını bozarsan, üçte ikiyi unutabilirsin” dedi.
- Ne demek üçte ikiyi unutmak?
Vural: Almanya hukuk sistemine göre ilk kez suçlu bulunan birisi, cezasının üçte ikisini çektiği zaman serbest bırakılabiliyor. Serbest bırakıldıktan sonra baskı altında kabul ettiğim itirafımı daha sonra itiraz etmemem için açık açık avukatımın yanında üçte ikiyi unutmamı söyleyerek tehdit edildim. Yani itirafnamemi bozacağımı çok iyi biliyordu ve beni aklı sıra tehdit ediyordu.
Daha sonra bu sözlerinden dolayı bu hakim hakkında şikayette bulundum. İtirafımla alınan mahkeme kararına kullanYargıtay’da itiraz ettim. Yargıtay kararın yansını onayladı, yarısını bozdu. Başka hakimler tekrar davaya baktı. Bana bu kez az ceza verdiler Ama o da hak etmediğim bir cezaydı. Ona da itiraz ettim ve Avrupa İnsan Hakları Mahkemesi’ne (AİHM) gittim. Alman yargısının hakkımda verdiği kararları Avrupa İnsan Haklan Sözleşmesi’nin adil yargılama hakkını düzenleyen 6. ve etkili başvuru hakkını düzenleyen 13. maddelerine aykırı buldu. Federal Almanya Cumhuriyeti’ni 30 bin Avro manevi tazminat cezasına çarptırdı. Şimdi her şey baştan ele alınacak.
Lakin. Yaşadığım bu hukuk rezaletinin izlen her geçen gün farklı bir şekilde karşıma çıkıyor. Daha geçen ay, yani çıkmamın üzerinden iki sene geçtikten sonra dosyamda duran bir mahkeme kararından haberim oluyor. Bu karara göre. 28.08.2009′da derhal serbest bırakılmam gerekiyormuş. Ama ben bu serbest bırakılma kararına rağmen 116 gün daha, yani 4 ay daha içeride tutuluyorum. Zorla yaptığım suç itirafım bile dışarıda bozabileceğim gerekçeleriyle reddediliyor. 50 milyon Avro ya varan kefalet bedeli bile reddediliyor ve o mahkemeden o mahkemeye gönderiliyorum. Dışarı çıkabilmek için bin bir dolandırıcılığı barındıran suç beyannameleri imzalıyorum.
Bütün bu anlattıklarım Almanya Devleti adına büyük bir rezilliktir! İnsanları olmadık bir şekilde tutuklamak, karalamak, alman mahkeme kararına rağmen içeride tutmak ve en önemlisi hukuku, mahkemeleri politik amaçlara alet etmek Almanya devletinin büyük bir hukuk ayıbıdır ve insan haklarına aykırıdır.
- Zorlu bir mücadeleden sonrası tahliye oldunuz. Peki sonra neler yaptınız?
Vural: Dışarı çıktıktan sonra bir sene hiçbir şey yapmadım. 2008 bir anlamda bekleme ile geçti. Asılsız suçlamalar yüzünden hayatımın 9 buçuk ayını ailemden uzak, dışarıdan yapılan asılsız karalamaları duyarak büyük bir bunalım altında geçirdim. Çıkınca bir süre kendime gelemedim.
KRİTİK DAVALARDA MAHKEME HEYETLERİ BİRER KUKLADAN İBARETTİR
-Bu sene neler yaptınız?
Vural: Bir kitap yazıyorum ve kaldığım yerden daha güçlü şekilde mücadele ediyorum. Tutuklanmama varan olayların perde arkasını, bu süreç içerisinde hükümet içinde ve dışında gizli saklı yürütülmeye çalışılan tüm gerçekleri su yüzüne çıkaracağım. Bu kitabım aynı zamanda Almanya’daki hukuk skandalını tarihe geçirecek. Bu kitapta yaşadığım tüm hukuk skandallarını ve şimdiye kadar görülmemiş gerçekleri gün yüzüne çıkaracağım. Şuan benim davamdan sorumlu 9 hakim, 6 savcıya karşı dava açılmış durumda ve beni beş kuruşa satanlar şuan sokağa bile çıkamıyorlar.
Bu kitap sizin için neyi ifade ediyor?
Vural: Masumiyetimin ve yaşanmış olan hukuk rezaletinin ispatlı bir belgesi. Kim diyorsa ki “Almanya hukuk devletidir” büyük bir yanılgıdadır örneğin bir alacaklı borçludan alacağı için dava açarsa hakim burada hukuka göre karar verir vb hukuk işler ve hukuk devletidir dersiniz, ama benimkisi gibi veya örneğin Deniz Feneri gibi böyle politik davalarda hakimler ve savcılar sadece kukladırlar. Sadece verilen planı uygularlar. Benim suçsuz olduğum için 6 hafta sonra serbest bırakan hakimi sözde hukuk devleti trafik hakimliğine atadı. Şimdi en fazla iki yıl sonra, beni cezalandıran hakimler Yargıtay’a hakim, savcılar ise Başsavcı olacaklar. Bu işler maalesef böyle!
Bu arada hala anlayamadığım şu konuya da değinmek istiyorum. Vakfın 190 bin Avroluk açığıyla benim en ufak bir alakam olmadığı ortaya çıkınca, bu konunun ele alındığı son davada hakimler hem kararda hem de basın bildirisinde İslam Cemaati ve kuruluşlarının tek kuruşunu bile usulsüz kullanmadığımı açıkça belirttiler. Bu yapılan onca karalama, iftira ve zorla yaptığım itirafnamemden sonra neden yaptılar hala anlamış değilim. Kim bilir bunu da belki gelecek zamanlarda anlayacağız.
- Ben de tüm bu anlattıklarınızdan sonra kitabınızı gerçekten çok merak ettim. Kitabınızın adı belli mi?
Vural: Evet “Savunan Adam Abdurrahim Vural”
- Yaşadıklarınıza çok uygun bir isim seçmişsiniz. Abdurrahim Bey, bize ayırdığınız zaman için çok teşekkür ederim.
Vural: Bende tarafsız yayın anlayışıyla bana da yaşamak zorunda kaldığım olayların iç yüzünü anlatma imkanı verdiğiniz için teşekkür ederim.
Yayın Tarihi: Pazartesi, Ocak 25, 2010, 14:03